Page 13 of 29

Posted: Fri Jan 30, 2009 1:57 am
by Kenan Atak
Miles'in ascenseur pour l'echafaud filmi muzigi. Ooofff offf su sahneye su muzige bakin yahu. Unutulmaz sahne. Bu filmin muzigini yaparken Moreau da Miles'a abayi yakan binlerce kadindan sadece birisi oluyor. Film de cok guzeldir herkese tavsiye ederim.
http://se.youtube.com/watch?v=saG7EELIfMM

Posted: Fri Jan 30, 2009 10:35 am
by Mehmet Gurdal Cetin
Ulen cok kotu oldu bu Tayyib'in IGNATIUS'un kolunu bukmesi.

Bursa'da bu elemanin "Tell them I didn't Cry" diye bir kitabini ariyordum, simdi herifin ismini herkes ogrendi,"ne lan o yafudinin kitabini mi ariyon" diye bi kitapci ile birbirimize girmeyelim :)

Bu arada bu herifin bayag iyi kitaplari var, tavsiye ederim.

Posted: Tue Feb 10, 2009 11:57 pm
by Mert Tokman
Bu hafta sonu iki film gordum...

Biri Oscar adayi "Slumdog Millionaires" --- filmi begendim - aslinda hikaye tam bizim "Acilarin Cocuguyum" tarzinda ama "Who wants to be a millionaire" TV programi ile karistirilinca ilginc olmus - tabii Ingiliz yapimciligi ile filmin kalitesi de Bollywood tarzi degil bayagi iyi... Hikaye batili kulture ilginc gelecegi icin Oscar'i buyuk ihtimalle kazanir. Daha fazla filmle ilgili ipucu vermek istemiyorum - gidin seyredin - tavsiye ederim...

Digeri ise "Mamma Mia!" - bunu evden kiraladik seyrettik... Abba'nin sarkilari olmasa seyredilecek gibi degil... Ben kucukken abim dinlerdi Abba'yi - "Money, money", "waterloo", "dancing queen" falan uzun suredir duymamistim o sarkilari - kucuklugumu hatirlatti hosuma gitti... Abimin odasinda bir Abba posteri vardi 70li yillarda - 5-6 yaslarimda o posterde ki sarisin Abba uyesi ilk askimdi denebilir :D

Posted: Wed Feb 11, 2009 12:29 am
by Murat Biricik
PERA Muzesi 10 Subat - 26 Nisan tarihleri arasinda guzel bir sergiye ev sahipligi yapiyor.

Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Lisesi 'ne

Sergi icerigi ve tanimi ile ilgili http://www.peramuzesi.org.tr den alinti yaptim.

"Garb iştiyâk-ı fikre açık bir ufuk, ve sen
Şark’ın bu ufka ilk açılan bir derîçesi!
Tevfik Fikret

Batıyı fikir özlemine açık bir ufuk, Mekteb-i Sultani’yi de Doğu’nun bu ufka açılan ilk penceresi olarak niteleyen Tevfik Fikret’in ünlü dizeleri, Tanzimat dönemiyle başlayan Osmanlı modernleşme düşüncesine övgünün ve Batı medeniyetine özlemin en açık ifadesidir. 1 Eylül 1868 yılında Sultan Abdülaziz’in emriyle açılan ve yeniden düzenlenen devlet kurumlarına bürokrat yetiştirmeyi amaçlayan Mekteb-i Sultani’de, dünya siyasetine ve Batı kültürüne vakıf bir eğitim programı düşünülmüş, bu amaçla konmuş derslerin etkisiyle, Osmanlı döneminin Mekteb-i Sultani’sinden Cumhuriyet yıllarının Galatasaray Lisesi’ne, öğrenciler arasından önemli sanatçılar çıkmıştır.

Osmanlı resim sanatının başlangıç evresindeki rolünden dolayı, Mekteb-i Sultani’nin programında yer alan resim dersleri, hocalar ve sanatçı kimlikleri, öğrenim görmüş sanatçılar son derece önemlidir.

Serginin başlıca amacı, 1868-1968 yılları arasında, yüz yıllık bir zaman diliminde, kaliteden ödün vermeyen bir eğitim anlayışına, kuşaklar boyunca devam eden bir sanat sevgisine ve bu sevginin nasıl profesyonelliğe dönüştüğüne dikkat çekmektir.

Galatasaray’da sanatla yakınlaşan gençlerin önemli bir bölümünün, eğitimleri sürecinde edindikleri sanat sevgisi kadar, Fransız dili ve kültürünün de etkisiyle, Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam ettikleri ve çoğunun sanatlarını geliştirmek amacıyla Paris’e gittikleri görülmektedir. Galatasaray Lisesi, Güzel Sanatlar Akademisi ve Paris onların sanat yaşamının üç önemli dönemini belirler.

Galatasaraylı sanatçıların yapıtları seçilirken, İstanbul, Paris arasında yaşanan bu serüveni vurgulamak amacıyla, olabildiğince İstanbul’dan ve Paris’ten izlenimlere yer verilmiştir.

Sanat tarihimizin önde gelen bu isimleri ve yapıtları, Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Lisesi’ne, yüz yıllık bir sürede kurumun Türkiye sanat ortamında oynadığı rolün önemini ve yaptığı katkının değerini de ortaya koymaktadır."

Posted: Wed Feb 11, 2009 2:53 am
by Salih Bora
22 Ocak pazar akşamı, Oscar ödül törenleri var.
The Curious Case of Benjamin Button 13 dalda aday.
Kör bir saatçi, Birinci Dünya Savaşı'nda oğlunu kaybediyor. Ve giden oğullar geri gelsin diye, yaptığı dev saati ters çalışır vaziyette kuruyor. Bu olay, bir mucizeyi tetikliyor ve Benjamin (Brad Pitt) 80 yaşında bir ihtiyar olarak doğup gençliğine doğru yaşlanmaya başlıyor.
Filmi anlatmayayım, izlemişsinizdir.
Aslında filmde fantastik unsurlar filan yok. Sıradan bir olay anlatılıyor sanki. Hiçbir doğaüstü gücü olmayan, sadece yaşı ilerledikçe gençleşen, dinçleşen bir adam.
Filmin mesajı, hiçbir şey kalıcı değildir.
O mesajı iyi veriyorlar seyirciye.
Bir de Cate Blanchett'ın canlandırdığı Daisy açısından bakalım... İlkokul yaşındayken, 80 yaşlarında gösteren, ama aslında sizinle akran bir insan görüyorsunuz.
Sonra büyüyüp genç kız oluyorsunuz... Karşınızdaki adam, bu kez 60'larının sonunda, daha az yaşlı biri olarak önünüze geliyor... Ne hissederdiniz?
Benjamin'in hayatında bunu farkeden, birkaç kişi. Çalıştığı teknenin Kaptan'ı mesela...
"Buraya geldiğinde bir ayağı çukurda olan bir ihtiyardın... Ben mi çok içki içiyorum, yoksa sen mi gün geçtikçe çiçek açıyorsun, gençleşiyorsun?" diyor.
Benjamin'in yanıtı: "Kaptan, sen çok içki içiyorsun..."
Forrest Gump'ın da senaryosunu Eric Roth yazdığı için, onun ellerinden çıkacak yeni bir senaryo, daha doğrusu bir kısa öyküden senaryoya aktarma, Benjamin'in bütün yaşamından kareler niteliğinde.
Tekne ekibiyle beraber otelde konaklarken, kendisinden normalde çok daha yaşlı, ama dış görünüşleri aynı gözüken bir evli kadına aşık oluyor. Gizli gizli her akşam otelin lobisinden buluşup, geceyi odasında sonlandırıyorlar. Benjamin, Daisy'ye ilişkisini anlatıyor, Daisy'nin içi cızlıyor.
Yıllar sonra Daisy'nin efsaneleştiği bale sahnesinden çıkışta, Benjamin onun kapısına kadar gidiyor. Bu kez Daisy oralı olmuyor.
Ama birbirlerini unutamıyorlar, Daisy yıllar sonra ansızın çıkıp geliyor.
Bir mutlu, bir hüzünlü sahne var...
Birbirlerine kavuştukları, dağınık bir evin içinde genç aşıklar olarak çılgınlık üstüne çılgınlık yaptıkları dönem... Arkafonda Beatles müziği... Canları ne isterse onu yapıyorlar, kah ansızın evin duvarını boyamak, kah günlerce sevişmek...
Hüzünlü sahne ise... Bitiş sahnesi... Bir kadın ancak sevdiği adamın ölümünü ancak bu şekilde kucaklayabilir ve sevgilinin ölümü ancak bu kadar insanın hazmetme sınırlarını zorlayabilir.
Benjamin'e annelik yapan yaşlılar bakımevi personeli kadından, onu karısını öldüren canavar zannedip bakımevinin önüne bırakan öz babasından, devamlı şimşeklerle geçen anılarını anlatan yaşlı bunak adamdan...
Üç saate yakın bir süresi var filmin. Ama her saniyesi dolu dolu. Tıpkı Forrest Gump gibi.
Fantastik, doğaüstü bir film tercih ederdim ama olsun. İnsana her türlü duyguyu yaşatıyor. Romantizm, dram, aşk, zaman zaman komik sahneler...
En kötü ihtimal, En İyi Makyaj oscar'ını alır.

Posted: Sat Feb 14, 2009 7:01 pm
by Murat Biricik
Mert Tokman wrote:Bu hafta sonu iki film gordum...

Biri Oscar adayi "Slumdog Millionaires" --- filmi begendim - aslinda hikaye tam bizim "Acilarin Cocuguyum" tarzinda ama "Who wants to be a millionaire" TV programi ile karistirilinca ilginc olmus - tabii Ingiliz yapimciligi ile filmin kalitesi de Bollywood tarzi degil bayagi iyi... Hikaye batili kulture ilginc gelecegi icin Oscar'i buyuk ihtimalle kazanir. Daha fazla filmle ilgili ipucu vermek istemiyorum - gidin seyredin - tavsiye ederim...

Digeri ise "Mamma Mia!" - bunu evden kiraladik seyrettik...
Slumdog Millionaires i dun aksam Taksim, Emek sinemasinda seyrettim. Bu sinema salonuna girmeyeli herhalde iki sene olmustur, salon ve balkon doluydu. Beraber filme gittigimiz herkes filmi begendi. OSCAR kazanmisini bende bekliyorum, ve istiyorum. Gormenizi tavsiye ederim.

Posted: Sat Feb 14, 2009 8:29 pm
by Kenan Atak
Cok komik gulmekten yerlere yigildim dogrusu. Zeka seviyesi tepeden tirnaga bu kadar olunca mizah da bu kadar kisitli oluyor belki de karisindakilerin ve protokolun zeka seviyesini tahmin ettiginden kendini boyle dusurdu bilemem zira kendisini az izledim ama su kadarcik örnekler bile birseyler söyluyor
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11003345.asp?gid=229

Ama ben bu cok methedilen Cem Yilmaz'i bir de Show TV'de gördum. Speaker teknoloji fuarinda Cem Yilmaz robota yaptigi espirilerle herkesi kirdi gecir diyordu. Ne demis diye izledim. Bir robot ustune yuruyor bu da ona 'gelme dedim sana gelme dur orda' falan diyor. Ve millet yerlere yigiliyor gulmekten :shock:

Film deyince gulmekten beni aglatan bir kac film hatirlarim ama biri Emir Kusturica'nin 'siyah kedi beyaz kedi' filmi idi. Onun disinda Jim Jarmush'un 'Down by law' filmini herkese tavisye ederim sadece kara mizahi acidan degil. Bu filmde unlu muzisyen Tom Waits ve Roberto Benigni bas rollerde. 1980'li yillardan ve bulmasi zor ama Jarmush DVD'leri seri olarak satiliyor ve tum filmlerini tavisye ederim. Komediye gelince gene Jacques Tati filmlerine, Marx Brothers serisine hastayim, Turkiye'den ise Sener Sen aklima geliyor.

Posted: Sat Feb 14, 2009 10:10 pm
by Ugur Sahin
Recep İvedik 2 vizyona girdi bakalım; ilki kadar güldüreceğini sanmıyorum ama yine de izleyeceğiz elbette. Korkum senaryonun fazla aceleye gelmiş olması; ona da yorumları izledikten sonra yaparız elbet.

- Salih abi, bana bi yolluk yap.!

Ugur

Posted: Sat Feb 14, 2009 10:29 pm
by Cengiz Akgun
Kerem Tezic wrote: Ama ben bu cok methedilen Cem Yilmaz'i bir de Show TV'de gördum. Speaker teknoloji fuarinda Cem Yilmaz robota yaptigi espirilerle herkesi kirdi gecir diyordu. Ne demis diye izledim. Bir robot ustune yuruyor bu da ona 'gelme dedim sana gelme dur orda' falan diyor. Ve millet yerlere yigiliyor gulmekten :shock:
....
Malesef insanlarin yasadigi cevre ve hayat sartlari kulturune etki ediyor. Hokkabaz filmini begendiysem de Cem Yilmaz'in bu Ayakta Soylesilerinden pek fazla bir sey anlayip hakir hakir gulemedim. O zamanlar aklima Turkiyede Amerikan sakasi diye anlatilan sacma sapan fikralar geldi. Yani o zamanlar Amerikalilarin espri gucleri ile alay edilirdi. Sonra ben Turkiyeden ayrilmadan once TV basinda cok gulerek izledigimiz (ben de dahil) "Kaynanalar" dizisi geldi. Hani bu sonradan gorup zengin olan Kayserili zengin'in ev halini hiciv eden seri. O dizide zengin adam (soyadi Kantar idi karisi Kantar derdi ona) "Umugunu sIkarIm" dedikce millet yere yatardi. Simdi acaba o diziyi tekrar gorsem gulermiyim diye dusunuyorum. Bizim burada millet Turk dizilerini seyretmek icin Uydu taktiriyorlar. Ben komedi adi altinda olanlari seyredemiyorum. Zaten Amerikan TV'si de seyretmiyorum. Haberler ve PBS disinda. Bir de gece saat 11:35'de David Letterman ve Jay Leno'yu kacirmam. Donusumlu olarak onlari seyrederim. Hele David Letterman'i Turkiyeden gelen biri seyretse yapilan sakalara benim guldugumu gorunce donup kalir ve iste Amerikan sakalari bunlar der muhakkak. Ama ben bunlardaki incelikleri anliyorum.

Posted: Sat Feb 14, 2009 11:51 pm
by Kaan Önem
Artık hayat çok kolaylaştı. Bilhassa Türkiye'de. Sitcom'lardan devşirilen ultra komik türk dizilerinde kahkaha efektleri siz gülmeniz gerektiği zaman kendiliğinden devreye giriyor, kaçırmıyorsunuz esprileri yani. Gülmeniz gerektiği zaman gülüyorsunuz gayriihtiyari. Eh, o kadarcık da farkımız olsun ülke olarak değil mi ya. Bizde digiturk var, ben mümkün olduğunca açmıyorum. Açarsam da ancak Mezzo, İz tv, National Geographic, biraz da History Channel. Onlar da olmasa zaten tv seyredeceğimi pek sanmıyorum. Kemal Sunal'ın eşekoğlueşek lafı ile filmlerdeki sigara sahnelerini sansürleyen zihniyet her ne hikmetse mahalle jargonuyla konuşan Erman Toroğlu ile Uçkurdan başka bir konuda espri yapamayan Mehmet Ali Erbil'e hiç dokunmuyor. Enteresan işler tabii bunlar bizim aklımız ermez.

Pera Müzesi'nde Şubat ve Mart programı'nda güzel filmler var. Bir bakıversin herkes.


http://www.peramuzesi.org.tr/perafilm.html#

Posted: Sun Feb 15, 2009 12:48 am
by Kenan Atak
Cengiz Akgun wrote:Ama ben bunlardaki incelikleri anliyorum.
Bu espri inceliginde ingilizleri tek gecerim. Ufakken evde peder bey her pazar 'yes prime minister'mi ne öyle bir dizi vardi 10 Numarada gecen, ingiliz politikasini hicveden bana kacirttirmazdi. Daha sonra da muptelasi oldum. Peter Sellers'in oynadigi Pembe Panter de su an aklima geldi. Clouseau-Dreyfus konusmalari adami resmen gözlerinden yaslar bosanincaya kadar koparatcak anlardi ve bu filmleri izlemeyen izlesin derim. Bir baska aklima gelen Fernadel'in oynadigi Guareschi'nin kitaplarindan esinlenen Don Camillo serisi.

http://www.imdb.com/find?s=all&q=Don+Camillo&x=0&y=0

*Bu arada Jarmush'un filmi Down by Law olacakti uyaran adasima tesekkur ederim
Kaan Önem wrote:Pera Müzesi'nde Şubat ve Mart programı'nda güzel filmler var. Bir bakıversin herkes.

http://www.peramuzesi.org.tr/perafilm.html#.
Kaan kardesim Mezzo super kanal gercekten, tek kusurlari cazi cok gec koyuyorlar. Ne mutlu sana böyle bir kanali keyifle izliyorsun. Gerckten mukemmel bir kanal. Pera'da filmler Bergman agirlikli. Bu Bergman'i bunalim aninizda sakin izlemeyin derim. Ben böyle bir Kasim gunu hava yagmurlu iken ve tam Isvec karanligi cökmusken hadi film kiralayim deyip yillar önce bunun Sessizlik isimli iki kiz kadresin iliskisini anlatan filmini almistim. Resmen kafayi ciziyordum filmin ortasinda. Adeta kabus gibi cöktu film. Orda yasasam izlerim de burda mumkun degil izleyemiyorum bu tur filmlerini. Ama Monika ile yaz biraz istisna.

Bu arada aranizda BBC'nin 5 dvd'lik Planet Earth'u izlemeyen varsa kacirmasin. Hediye olarak da ideal. Hem anlatim super ve espirili (gene bu ingiliz mizahi var anlatimda) hem de özellikle bu derin sular kismi cok hostu. Benim bu alemde hareketlerine en hayran oldugum hayvan olan (ama asla ayni suya dusmek istemem) Oceanic Whitetip adli köpekbaliklari ile ilgili kisim muthisti.

Posted: Sun Feb 15, 2009 10:25 am
by Ufuk Sezekkaplan
Komediye ben ikiye ayırıyorum. Biri düşme kalkmaya, kafaya vurmaya ve argoya dayanan kaba güldürü. Cem Yılmaz'ın buna girdiğini düşünüyorum, tabii "Herşey Daha Güzel Olacak" filmi bence istisna, ve en iyi çalışması. Diğeri söze, dolaylı anlatıma ve olayların kurgulanmasına bağlı, seyircinin ancak düşünmesi ile güleceği komedi.

Yes Minister ve devamı Yes Prime Minister bu konuda bir efsaneydi. Dizinin lokomotifi de elbette Sir Humpfrey.

70 milletin elçilerinin katılacağı bir kokteyl düzenlerken gelen elçileri İngilizce konuşanlar ve konuşmayanlar olarak ikiye ayırmaları gerekiyor. Bu sırada Humpfrey'in yardımcısına söyledikleri beni bir ay güldürmüştü:

"Bu durumda Amerikan elçisini de İngilizce konuşanlara dahil etmemiz gerekiyor"

Şener Şen ve Kemal Sunal dönemine ve figüranlarına büyük bir sevgim ve saygım var, gerçek film işçileri olduğunu düşünürüm. Özellikle Natuk Baytan'ın çektiği bazı filmler kaba güldürüye dayalıdır ama senaryonun içindeki bazı espriler ve kurgu çok ince mizahtır. Örnek olarak Şener Şen'in Namuslu filminin finalinde, milletin zıvadan çıkardığı namuslu memur için söylenen şu lafı verebilirim:

"Meğer namusluymuş namussuz".

Buna karşı Hababam Sınıfı serilerinin çok kötü olduğunu düşünürüm, Rıfat Ilgaz mizahını allak bullak etmiş filmlerdir.

Kaba güldürüde efsanem Stan Laurel- Oliver Hardy'dir. Türk sit-comları maalesef kötü taklitler. Married with Children'in bile taklidi yapılmıştı hiç seyretmedim ama tutmamış olmalı.

Ama genel mizah anlayışının zayıflığından uzun zaman idare edenler oluyor. Mesela bir zamanlar bir light erkek esprisi çıkmıştı, adamlar bu aptal espriyle neredeyse 10 yıl dizi çekmeyi başardılar (asıl mizah bu olmalı :) ).

Benim favorim 5 komedi filmi:

- Way out west (Laurel-Hardy)
- Blues Brothers (Belushi)
- We're no angels (De Niro-Sean Penn)
- Midnight Run (De Niro. Bu filmde FBI ajanı Alonzo'yu oynayan Kotto tam bir kült)
- The Gods must be Crazy

Türk Sinemasında favorilerim:

- Davaro
- Kibar Feyzo
- Sahte Kabadayı
- Namuslu
- Selamsız Bandosu

Ha bir de Southpark var. Ama onu herhalde başka birşey olarak değerlendirmek lazım. Bir sahnesi var mesela buraya bile yazmaya cesaret edemem :? .

Ufuk.

Posted: Sun Feb 15, 2009 11:37 am
by Murat Kara
Ufuk Sezekkaplan wrote:Komediye ben ikiye ayırıyorum.
Ufuk bu guzel derleme ve bu zor konuda goruslerini bizimle paylastigin icin tesekkurler.

Bu yaptigin ayrim genel olarak bakildiginda dogru. Buna sinir sistemi uzerinde etki yapan komedi ile zihin uzerinde etki yapan komedi demek de mumkun. Ecnebice soylersek: those operating on the nerves and those operating on the mind.

Ancak bir cok eser ve sanatci bu ikisinin ortasina dusmekte. Bence dogru olani da bu. Bir dahi olan Charlie Chaplin ile baslayan bu durum kanimca Laurel/Hardy ile zirve yaptiktan sonra epey zorlandi. Gunumuzde Mr.Beans turu varyasyonlarla devem etmekte. Bizde de Kemal Sunal'i bu cizgiye sokmak dogru olur sanirim.

Bu her iki faktoru de dengelemesi gereken sanatcilarin isi her zaman icin zordur. Cok emek ve bilgi gerektirir. Yozlasarak bir ya da ote yana kaymak cok kolay.

Bugun bizim izledigimiz komedilerin gecen yuzyil icersinde bir cok calkalanmadan gecen sanat dunyasindan ayri dusunmek de yanlis olur. Ozellikle Sovyetler Birliginin yozlasmasi ile 1920'lerde ortaya cikan 'sosyalist realizmin' etkisinde kalan sanatcilarin cok zavalli bir duruma dustuklerini goruyoruz. Bunu kucumsememek gerekiyor zira 1980'lere kadar bir cok 'ilerici' aydin bundan cok etkilendi.

Bu Stalinist 'teoriye' gore sanat sadece 'sosyal yorum' icin yapilmaliydi. 'Isci sinifi sanati' diye bir sey uydurdular. Hatta o kadar ileri gittiler ki insanligin yuzyillarca ugrasarak urettigi gecmis sanat urunlerini reddettiler. Shakespeare'i reddetiler, Tolstoy'u asagiladilar, vs.

Halbuki, sosyal yorum uretmek icin sanat yapilmaz. Sanat, sanat icin yapilir. Sanat, islenmemisi islemek, kesfedilmemisi kesfetmek, ozetle 'yaramazlik' yapmak icin yapilir. Ve bu nedenle gercek sanat urunleri, mevcut kliklerle her zaman icin catisma halindedir.

Sosyal ortam elbette sanatci uzerinde bir etki yaptigi olcude onun sanatina da yansayacaktir. Ancak bir sanat eserini sanatcinin ideolojik fikirlerine bakarak degerlendirmek, o sanat eserine haksizlik etmenin otesinde, kendi ideolojik saplantilarini sanatciya zorla kabul ettirmeye calismak anmalina gelir. Bu da sanatcinin yaraticiligi uzerinde cok buyuk bir negatif etki yapar.

Bunu yazmamin nedeni, Sovyetler Birliginden cok etkilenen Turk komedi sektoru hakkinda yazmadan once belli bir alt yapi olusturmak istemem.

Mesela, Sener Sen gercekten cok yetenekli ve cok durust bir sanatci. Ama yaraticilik konusunda ayni seyi soylemek mumkun degil. Ayrica Turkiye'de onun doneminden cikan bir cok sanatci gibi o da halkin icinden gelme. Ancak ne yazik ki bu bahsettigim sosyalist realizmden etkilenen bir sanatci ve sanat eserlerini sadece sosyal yorum olarak gormekte. Eserlerinde olup biteni arastirmak ve yasanan hayat icersinde kendi bagimsiz goruslerini ortaya koymak yerine, cok guclu mesajlar vermeye calisan bir uslup benimsedi. Bu da onun eserlerini zayiflatan temel etkenlerden birisi kanimca. Sener Sen filimlerinden ciktiktan sonra hep bir tuhaflik hissederdim. Sonunda bunun nedenini tarihe bakarak ve Turkiye'den uzaklarda buldum.

Kemal Sunal icin ise ayni seyi soylemek mumkun degil kanimca. Kemal Sunal Turk sinamasinin yetistirdigi en karizmatik, en cesur ayni zamanda da en yaratici komedyenlerinden birisi. Cevirdigi filmlerin sokaktaki adama dokunmasi da bunu kanitliyor. "Inek Saban" filminin o kadar populer olmasi rastlanti degil. Filmleri tekrar tekrar seyredilse bile guncelligini koruyor ve gulduruyor. Kemal Sunal'in canlandirdigi karakterler gercek hayattaki karekterlerle ic ice her zaman icin. Bunun nedeni Kemal Sunal'in bilincli olarak bunlari planlamasi degildi elbette. Ancak dunya gorusu ve sanat dunyasindaki evrimlesmesi onu bu yonde gelistirdi. Sosyal raelizmden neden etkilenmedi bilmiyorum. Muhtemelen Stalinist akimlara pek ilgisi yoktu ama halkin cektigi eziyetleri de biliyordu. 60'larin, 70'lerin Turkiye'sinde yetisen birisi icin bunun dogal oldugunu dusunuyorum. Mesela Tarik Akan da o ortamda, aklina basina almayi becerebilen ve dusunebilen aktorlerdendi.

Elbette Turk komedisi, yurt disi ile karsilastirildiginda, hem kaynak acisindan hem de derinlik acisindan sadece Turk kulturunu yansitabilecek duzeyde. Bati'nin gectigi asagidan yukselen devrimci donemlerden gecmeyen ulkelerde komedi sektoru daha cok sinir sistemi uzerine kurulu. Onu asmak isteyen Sener Sen gibi sanatcilar da sansizliklari nedeniyle Stalinizmin etkisi altina girebiliyorlar. Ancak arada Kemal Sunal turunde cevherler de cikmiyor degil.

Cem Yilmaz ise 80 sonrasi ortaya cikan ve 'herseyi bilen/herseyi olan' orta sinif katmanindan otlanan ve sinir sistemine hitap ederken arada bir kazayla zihinsel komedi yapabn bir komedyen kanimca. Turkiye'de son 25 yildir bilincli bir sekilde yaratilan komedyen boslugunu somuruyor. Krizler donemine girdigimiz goz onune alinirsa, yakinda cok daha iyileri cikacaktir piyasaya.

Bu acidan bakildiginda Cem Yilmaz Ferhan Sensoy'un bile bel hizasina gelemez.

Ha bulari soylemekle beraber hic birsey siyah beyaz degil. Sener Sen'in guzel filimleri oldugu kadar Kemal Sunal'in da kotu filimleri var. Hatta Cem Yilmaz bile su tur sahaserler uretebiliyor arada bir: http://www.genbilim.com/component/optio ... 06.msg9347

Posted: Sun Feb 15, 2009 3:18 pm
by Celal Gürcüoglu
Cengiz Akgun wrote:
Kerem Tezic wrote: Ama ben bu cok methedilen Cem Yilmaz'i bir de Show TV'de gördum. Speaker teknoloji fuarinda Cem Yilmaz robota yaptigi espirilerle herkesi kirdi gecir diyordu. Ne demis diye izledim. Bir robot ustune yuruyor bu da ona 'gelme dedim sana gelme dur orda' falan diyor. Ve millet yerlere yigiliyor gulmekten :shock:
....
Bir de saat 11L35'de David Letterman ve Jay Leno'yu kacirmam. Donusumlu olarak onlari seyrederim. Hele David Letterman'i Turkiyeden gelen biri seyretse yapilan sakalara benim guldugumu gorunce donup kalir ve iste Amerikan sakalari bunlar der muhakkak. Ama ben bunlardaki incelikleri anliyorum.
Jay Leno benim bir numarali adamim. Her aksam hala kacirmadan seyrediyorum. Burdakiler bir hafta gecikmeli gelse bile izleniyor. Rahmetli "Fruit Cake Lady" vardi. O kadinda superdi :) Ama en cok "Headlines" ile "Jaywalking" hosuma gidiyor. Letterman'i pek sevmiyorum. En azindan Jay Leno kadar.

Bu arada Cem Yilmaz'i sevmemeni anlamadim. Tamam her yaptigi komik degil belki ama adam bir kere muthis zeki ve muthis seyler yakaliyor. Zaten bence zeki olmayan insan komik olamaz. Biraz daha Youtube'daki videolarina bak derim.

Mesela http://www.youtube.com/watch?v=rrWKUW4RQ_E

http://www.youtube.com/watch?v=JYpC34p53Hc

veya http://www.youtube.com/watch?v=38AHSpfnUMc

Posted: Sun Feb 15, 2009 4:42 pm
by Ismail Gezer
Ferhan şensoy denince aklıma ingilizce-türkçe kırması "yapıleybıl gidileybıl.." gibi mide bulandırıcı laflar geliyor.

Pardon filmi komikti, o ayrı!